Yine bir Mart akşamı… Rüzgar şiddetli mi şiddetli esiyor. Mart akşamlarının soğuğu bu korkunç rüzgarla birleşince gecenin sadece karanlık değil aynı zamanda soğuğunun da ürkütücü olacağı besbelliydi. Besbelli ki bu gece çok sıkıntılı bir hava ve gecede havanın sıkıntısıyla daha karanlık daha vahşi bir gece olacaktı.
Kamersiz gecelerin karanlığının koyu ve sıkıntılı olacağını ninesi hep söylemişti. Mini minnacık evin mini minnacık odasında saç sobanın içi odunla dolu olmasına rağmen dışarıdaki rüzgarın vahşetinde yanmıyor hatta duman mini minnacık evin mini minnacık odasına doluyordu. Oda her ne kadar bu isten dolayı gece kadar kara olmasa dahi isten dolayı simsiyah olmaya başlamıştı.
Mürteza odanın kapısını açsa soğuk olacak, açmasa isten boğulacaktı. Gecenin ve havanın vahşiliği odaya öyle sinmişti ki ne kapıyı açabiliyor, ne dışarı çıkabiliyor, ne de odada oturabiliyordu. Duman duman üstüne bindikçe Mürteza da duman altı oluyordu. Gecenin vahşiliği Murteza’nın gözlerinde sanki kabus gibi gölgelenmişti. Size uzak bir rüya gibi geliyor bu rüzgar, bu karanlık. Bağıran rüzgar ile haykıran karanlık kimin rüyasına girerdi ki? Katran kokulu bir gecenin sabahında kim uyanmak isterdi ki?
Karanlık gecenin vahşi rüzgarla sohbeti taa uzaklardan duyuluyor ve duyanlar duymamak için yorganı iyice başlarına çekiyorlardı.
Yorganın altında karanlık gecenin vahşi rüzgara birbirimize ne kadar yakışıyoruz dediği düşünülür ve yorgan daha çok çekilirdi. Hele Murteza yalnız yaşadığı mini minacık evinin mini minacık odasında sadece yorganı değil battaniyeyi başına çekip iki vahşinin soğuk konuşmalarını hiç duymak istemiyordu. Ha! Hatırladı; bir kez karanlık gece vahşi rüzgara Murteza’nın mini minnacık çatısı uçur demişti. İşte o günden sonra Murteza komşularından daha çok korkar olmuştu bu vahşilerden. Tıpkı Cahit Sıtkı’nın dediği gibi en vahşi rüzgarı Murteza’nın taa içinde esiyor ve gecenin en karanlığını Murtaza seyir ediyor.
Murteza karanlık gece ile vahşi konuşmalarını kendi içindeki karanlık ve fırtınanın sohbetine benzetiyordu.
Doğa ve insan arasındaki bu benzemeyle düşünmeye başladı. “Doğa kemale nasıl bu karanlık ve vahşi haliyle ulaşmış ise insanda iç dünyasını öyle kemale ulaştırıyor” dedi kendi kendine. Ne Murteza, ne gece, ne rüzgar, gizliden gizliye yakaladıkları sırrı açık etmiyorlardı.
Murteza dargın ve soluk içi yaş dolu gözlerle mahzun mahzun odasında kendini arıyordu. Tıpkı karanlık gecede yıldız, tıpkı vahşi rüzgardaki toz zerreciği gibi… Yıldız kendini bulduğu için parladı “ya toz, ya ben” dedi içinden Murteza. Birden dudaklarından fakülte yıllarından kime ait olduğunu unuttuğu şu mısra ile irkildi; “Bu rüzgarlar benim taaa içimden geçer.” Sonra? Sonrası malum; yanaklardan inen soğuk bir su…Bu tevekkül zindanı mini minnacık evi ve odası onun en özgür olduğu yerdi. O nedenle burada Mesut değil, bahtiyardı. Sessizce bağırıp isyan ettiği ve kendini bulduğu hücre. Yani gölgelerin ve gölgesinin olmadığı hücre. Gecenin gölgesinin de, kendisinin yani Murteza’nın olduğu hücre de.
Şafak söküyordu, ezanlar okunuyordu. Murteza mini minnacık penceresinin perdesini açtı ve gördü ki güller uyanıyor, bülbüller ötüyor. Dizlerinin üstüne çöktü ellerini kaldırdı ve şükür secdesi etti. “Allaha ısmarladık karanlık gece, Allah’a ısmarladık vahşi rüzgar” dedi.