Sabah, güneş henüz doğmamış, İstanbul hâlâ rüyalar içinde yüzerken uyandım. Bugün, yeni bir yaşın başlangıcıydı. Doğum günümü kutlamak için hiçbir ihtişama, kalabalığa veya gürültüye ihtiyaç duymuyordum. Bu kez başka bir kutlama arayışındaydım: Derin, anlamlı, ruhumu besleyen bir kutlama. Bir fincan çay eşliğinde kahvaltımı yaparken kendime bir mektup yazdım. Bu mektup, geçmişin muhasebesi, bugünün şükrü ve geleceğin niyazıyla doluydu. Ancak bu yolculuk, yalnızca kendimle değil, zamanın ötesinden bana seslenen iki Allah dostunun manevi huzurunda gerçekleşecekti ki onlar boğazın dört koruyucusundan ikisi idi; Aziz Mahmut Hüdayi ve Yahya Efendi. Biri Üsküdar’da diğeri Beşiktaş’ta.
Üsküdar: Aziz Mahmud Hüdayi’nin Manevi Huzurunda
Üsküdar’a doğru yola çıktığımda, sabah rüzgârı Marmara Denizi’nden bir serinlik getiriyordu. Boğaz’ın suları, sonsuz bir huzuru fısıldar gibiydi. Kız Kulesi, uzaklarda bir masal kahramanı gibi sessizce duruyor, minarelerin gölgesi suya düşüyordu. Üsküdar’ın sokakları, sanki çağlar boyunca maneviyatın dokusuyla işlenmişti. Bu semt, asırlardır Allah dostlarının ayak izlerini taşımış, onların ilim ve aşk dolu nefesleriyle bereketlenmişti.
Adımlarım beni Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin türbesine götürdü. Hüdayi Hazretleri, Üsküdar’ı manevi bir merkez hâline getiren büyük mürşitti. Saraylardan tasavvufa uzanan hayatı, dünyevi ihtişamı geride bırakıp hakikate teslim olmanın ne demek olduğunu gösteriyordu. Türbenin avlusuna adım attığımda, kalbimde bir titreme hissettim. Her şeyden sıyrılmış bir teslimiyetin derinliğini buram buram hissetmek mümkündü burada. Türbenin huzurunda durup içimden şöyle bir dua yükseldi:
“Ey Hüdayi! Sarayların ihtişamını terk edip Allah’a yakın olmayı seçen zat! Bana da senin gibi teslimiyetin ve tevazunun yolunda yürüyebilme cesareti nasip et. Rabbime, aşk ile bağlanmanın ne demek olduğunu öğrenmem için bana yol göster.”
Dualarım sanki Üsküdar’ın semalarına karışıyor, denizin dalgalarında yankılanıyordu. Aziz Mahmud Hüdayi’nin türbesinden ayrılırken, içimde tarifsiz bir sükûnet ve huzur vardı. Onun hayatı, insana Rabbine giden yolda nefsini nasıl terbiye edeceğini ve teslimiyetin insana nasıl bir özgürlük kazandıracağını öğretiyordu.
Beşiktaş: Yahya Efendi’nin Hikmetli Dergâhında
Üsküdar’dan ayrıldıktan sonra rotamı Beşiktaş’a çevirdim. Şehir kalabalığının, trafik gürültüsünün içinde bir vaha gibiydi Yahya Efendi’nin dergâhı. Onun maneviyatı, İstanbul’un karmaşasında bile huzur bulabileceğiniz bir limandı. Beşiktaş’a vardığımda, Boğaz’ın maviliği beni karşıladı. Deniz, gökyüzüyle buluşurken insanın kalbinde sonsuzluk hissi uyandırıyordu.
Yahya Efendi, bir ilim ve hikmet deryasıydı. Sultan Süleyman’ın dostu ve süt kardeşi, halkın mürşidi, merhametin ve bilginin rehberi olmuştu. Türbesinin önünde, içimdeki derin sessizlikle ona şöyle seslendim:
“Ey Yahya Efendi! İlmin ve hikmetinle nice gönülleri aydınlattın. Bana da senin gibi insanlığa faydalı olmayı, merhametle dolu bir kalp ve hikmetle dolu bir zihin nasip et. Rabbimi tanımak ve sevmek için hayatımı anlamlandıracak bir yol bulmama yardım et.”
Yahya Efendi’nin manevi huzurunda, insanın Rabbine yakınlaşmasının sadece ibadetle değil, aynı zamanda merhametle, hizmetle ve hikmetle mümkün olduğunu bir kez daha hissettim.
Denizin ve Maneviyatın Ortak Dili
Bu iki Allah dostuyla geçen bir doğum günü, kendi içimde yeni bir kapı açtı. Üsküdar’ın maneviyatı ve denizin sonsuzluğu bana Rabbimin büyüklüğünü hatırlattı. Beşiktaş’ın huzurlu dergâhı ise insanın ilim ve aşk yolunda nasıl ilerleyebileceğini gösterdi. Aziz Mahmud Hüdayi ve Yahya Efendi’nin türbelerinden aldığım manevi ışık, bu yeni yaşımın bana bir rehberlik armağanıydı. Yahya Efendi beni bırakmadı. Bende huzuruna bağdaş kutup gözlerimi kapatım bir saatte yakın gönlüm ve gözümde inci tanesi doldurarak oturdum. Bu doğum günü, sadece bir yaşı daha geride bırakmak değil; geçmişin muhasebesiyle, bugünün şükrüyle ve geleceğin umuduyla ruhumu beslemek demekti. İstanbul’un bu iki manevi büyüğünün huzurunda, hayatımı hakikatle daha derinden anlamlandırmayı diledim.
Yazdığım mektubun bir cümlesiyle tamamlıyorum bu yolculuğu:
“Yaşadığım her yıl, Rabbime bir adım daha yaklaşma niyetidir. Aziz Mahmud Hüdayi’nin teslimiyeti ve Yahya Efendi’nin hikmetiyle donanmış bir ömür, insanın en büyük duasıdır.”
Ve böylece yeni yaşımı, Üsküdar’ın manevi dokusuyla ve Beşiktaş’ın denizine karışan huzuruyla, ilahi bir yolculuk eşliğinde kutladım.