Gökhan Bacık*
BBC’ye Beşşar Esed’in eski sarayında mülakat [1] veren HTŞ’nin – ve dolayısı ile halihazırda Suriye’nin– lideri el-Golani [2], gelecek rejimin nasıl olacağı konusunda kritik bazı konularda bir nevi topu taca atıyor. ‘İnsanları şeriata zorlayacak mısınız?’ sorusuna ‘hukuki bir uzmanlar komitesinin anayasayı yazacağını ve insanları hukuka davet edeceklerini’ söylemekle yetiniyor. Ancak bu izah, bu komitenin içinde seküler hukuk yorumunu temsil edenlerin olup olmayacağı gibi kritik soruları tatmin edici cevap vermiyor. Ancak bu mülakatta el-Golani dikkat çeken bir konu olarak Suriye’nin toplumsal yapısının Afganistan gibi kabileci olmadığını ve Suriye kültür ve örfünün mutlaka dikkate alınması gerektiğini söylüyor. El-Golani’nin bu tür açıklamalarından şunu anlıyoruz: Suriye’de yeni rejim bir tür şeriat hukuku istiyor ancak bunun Afganistan gibi olmasını da istemiyor.
Esasen Arap dünyasında hukuk sistemini tanımlamak biraz karmaşık bir alana girmek demek. Örneğin, Mısır Anayasası İslam’ı hukukun kaynağı olarak tanımlıyor ancak burada hem şehir merkezlerinde hem turizm merkezlerinde serbest bir laik hayat var. İnsanlar, Şarm el-Şeyh’te bikini ile denize girip alkol alabiliyor. Yine hukuk sistemlerinin İslami olduğunu söyleyen Birleşik Arap Emirlikleri (mesela Dubai) gibi yerlerde ülkenin sosyolojik ve ekonomik gerçeklerine göre belirli yerlerde seküler hayat tolere ediliyor. İlk akla gelen bu: Acaba, yeni Suriye rejimi İslam’ı hukuksal referans almakla birlikte diğer Arap ülkeleri gibi bir tür sosyolojik gettolar düzeninde laik yaşam biçimini tolere eder mi?
Burada elbette el-Golani’nin de altını vurguladığı Suriye’nin kültürel geleneği önemli. Bir kere burada şehir merkezlerinde Müslüman-seküler hayat biçimini benimseyen güçlü bir kütle var. Şunu unutmamak gerekiyor: Suriye, tarihsel olarak Emevi kültürünün mirasçısı ve bu kültür daha ziyade Abbasi tarihsel-kültürel çerçeveye referans veren Arap toplumlarından farklı. İkinci nokta elbette ülkedeki türlü dinsel ve mezhepsel azınlıklar. Bunların içinde Aleviler, Dürziler ve Yezidiler gibi gruplar geliyor. Hristiyanları da saymak lazım. İsa’nın konuştuğu dil olan Aramca’nın hala konuşulduğu Malule kasabası Suriye’de. Ve nihayet üçüncü grup da Kürtler ve onlar hem seküler/sol liderlere sahip hem de etnik-milliyetçi bir paradigmayı savunuyor.
Bütün bu çeşitliliği bir arada tutması için yeni Şam rejiminin de bir nevi ılımlı olması gerekiyor. Tabii bunun nasıl sonuçlanacağını henüz bilmiyoruz. Ancak burada iki noktayı hesaba katmak gerekiyor: Geniş olarak düşünürsek el-Golani meşruiyetini uluslararası sistemden (daha ziyade Batı-merkezli) alıyor. HTŞ’nin Şam’ı almasına karşı çıkılmadı. Dahası bu örgüt bir nevi yeni el-Kaide gibi ilan edilmedi. Aksine kontrollü biçimde el-Golani gerek Batılı medya gerek siyasi çevrelerce ‘onaylanıyor.’ Zaten HTŞ de fiilen Rusya ve İran karşıtı bir sürecin içinde ortaya çıkmış oldu. Son tahlilde HTŞ’nin yaptıkları sistem içinde Rusya ve İran aleyhine sonuçlar üretiyor. HTŞ bunun ne kadar farkında bilemeyiz ancak Şam rejiminin yıkılması ile 1950’lerden beri Rusya tarafında (ve Batı karşısında) olan çok kritik bir stratejik coğrafya jeopolitik kimlik değiştirdi. ‘Suriye’nin düşüşü’ bu açıdan Putinizmin en büyük kayıplarından birisidir. Dolayısıyla, uzun vadede uluslararası meşruiyet, finansal yardım gibi konular da akla gelince, HTŞ’nin Batı ile olan şimdilik bu ‘ölçülü’ ilişkisini kesmesi bir nevi siyasi ve finansal intihar olur. Bütün bunları düşününce, HTŞ’nin İslami karakteri, Batı ile ilişkiler ve Suriye’de etnik-toplumsal bölünmelerin meydana getirdiği üçlü bir denklemin bir zaman sonra bileşke sonuç üretmesini beklemek gerekiyor. Bu dengenin nerede oluşacağını kestirmek için henüz erken.
Suriye’nin yakın geleceğini belirleyecek önemli bir konu ise dış etkenler. Başta Türkiye ve İsrail olmak üzere yabancı aktörlerin Suriye’de etkilerinden bahsetmek mümkün. Türkiye’nin tahmin edileceği üzere birinci önceliği Kürt sorununun kendi beklentilerinin dışında bir rotaya girmemesi. İsrail ise 1948’den beri savaş içinde olduğu Suriye’nin yeniden kurulurken tekrar kendisi için bir güvenlik sorunu olmasını istemiyor. İsrail boyutunun bir kritik önemi de şu: Yeni ABD yönetiminin Suriye konusunda alacağı kararlarda Tel Aviv’in etkisi olacağını öngörmek mümkün. Eğer Türkiye ve İsrail arasında gerginlik artarsa Tel Aviv elbette bu etkisini Ankara aleyhine kullanmak isteyecektir. Kimi uzmanlara göre nitekim İsrail, Suriye’de Kürtler ve Alevilerle yakın temas kurmayı bir strateji olarak benimseyebilir. Bütün bunların el-Golani üstünde nasıl etki yapacağı da önemli. Suriye’nin genç İslami aktörlerini zorlu bir denge oyunu bekliyor.
Nihayet kritik bir konu da hakkında az konuşulan Suriye kimliği ve hatta Suriye ‘milliyetçiliği’. El-Golani’nin konuşmalarında Suriye’nin yeniden inşa edilmesi konusu önemli bir yer tutuyor. Bu proje salt maddi olarak görülemez. Yeni Suriye rejiminin bir kimliğe ihtiyacı var. Büyük ölçüde İslam sahnede olacaktır. Ancak İslam tek başına bir ülkenin uluslararası sistemde bütün ihtiyaçlarını gideremez. İran, diğer Arap ülkeleri, Türkiye ve İsrail gibi ülkelerle ilişki bağlamında yeni Şam rejiminin İslam’dan ayrı bir Suriye kimliği ve düşüncesi inşa etmesi gerekiyor. Bir bakıma Suriye’nin kimi yerlerde bazı başka Müslüman ülkelerden de kendini ayırması gerekecek. Bunu bir tür proto-milliyetçilik olarak yorumlamak mümkün. Bu tip Suriyeci düşüncelerin güçlü izlerini el-Golani’nin çeşitli konuşmalarında görmek mümkün. Suriye’nin bağımsızlıktan beri serencamına bakarsak bu yeni kimliğin ‘bağımsızlık’ vurgusu yapacağını beklemek mümkün. Şunu unutmamak gerekiyor: Suriye kurulduğundan beri Cumhuriyet rejimine sahip bir Ortadoğu ülkesi. Öte yandan bu ülkenin bağımsızlıktan beri ‘Suriye merkezli’ bir siyasete zorlayan bir sosyolojisi ve coğrafyası var. Örneğin, bağımsızlıktan sonra Suriye, SSCB bloğuna katılmak için büyük bir istek göstermemiştir. Ancak İsrail ile olan savaşları bunu zorunlu kılmıştır. Ancak Soğuk Savaş bitince, Suriye, ABD liderliğindeki Irak müdahalesine taraf olmuştur. Yine Arap Baharı başlamadan Suriye’nin bir numaralı ticari ortağı AB idi. Tarihsel olarak bu ‘Suriye merkezliliği’ üreten dinamiklerin yeni Şam rejimi üzerinde de etkili olacağını düşünmek yanıltıcı olmaz.
En kötüsü Suriye’de başlayan sürecin bir tür fiyasko ile sonuçlanması olur. Bu fiyasko korkusunun faydası ise bütün iç ve dış aktörlerin temkinli olmasının gerekliliği. Bir açıdan herkes Suriye’de başarılı olmak zorunda: AB iç siyasetini sarsan göçmen baskısını azaltmak için, ABD İsrail’in güvenliği için, Türkiye Kürt sorununda güvenliğini garanti altına almak için… Şimdilik o nedenle kimse ‘ya işler kötüye giderse’ ihtimalini düşünmek istemiyor.
*: Palacky Üniversitesi Öğretim Üyesi. The Birth and Evolution of Islamic Political Theory: Political Rationalism from Ibn al-Muqaffa to Ibn Khaldun (Edinburgh University Press 2025) kitabı yazarı ve Medyascope yazarlarından: https://medyascope.tv/author/gokhanbacik/
[1] https://www.youtube.com/watch?v=SNVfDEqeapQ
[2] Golan tepelerinden mülhem ‘golanlı’ anlamına gelen bu ismin Arapça yazılışında ‘cim’ harfi normalde adını el-Culani olarak okumayı gerektiriyor. Ancak Mısır gibi yerlerde ‘cim’ Türkçe’de ‘g’ harfi gibi okunduğu için ‘Golani’ biçimindeki okunuş da yaygın.