Merve Suna ÖZEL ÖZCAN
Dünya tarihi içinde ABD’nin rolü 20. yüzyıl itibariyle öne çıkmış olsa da esasında ABD’nin kuruluş mantığında var olan siyasi kodlarının yarattığı etki önemlidir. Bunun nedeni, Yeni Dünya’nın “keşfi” ile Avrupa’nın emperyal ve sömürgeci mantığı bu topraklara ulaştığında, tarihsel süreçte Amerika kıtası için de yeni bir dönem başlamış olmasıdır. Bu yeni dönem, Avrupa mantığının uygulandığı ve Amerika kıtasının var olan özellikleri ile siyasi dokularının yok sayıldığı yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
İspanya, İngiltere ve Fransa gibi dönemin büyük güçleri bu topraklarda kendi sistemlerini kurarken, aynı zamanda sömürge yaklaşımını da sonuna kadar uygulamışlardır. Bu açıdan kıtanın var olan doku ve yapısı zamanla değişmiştir. Bu tarihsel arka planı okumak önemlidir çünkü ABD, kurulduğu süreç içinde bağımsızlık savaşı ile insan hakları ve siyasi haklar bağlamında küresel bir örnek olma adına farklı bir yapı sunmuşsa da ırkçılık ülkenin saklayamadığı bir gerçeklik olarak hala görülmektedir. “Black Lives Matter” hareketi bu örneklerden biridir.
Nitekim ABD’nin Monroe Doktrini gibi izolasyon politikası ile kısmen küresel politikadan uzak kalmış gibi görünmesi, esasında bu durumun sadece o dönemle sınırlı olduğuna işaret etmektedir. İki büyük dünya savaşı sonrasında ABD’nin Soğuk Savaş’ın iki kutuplu yapısında Batı bloku lideri olarak karşımıza çıkması önemlidir. Bu durum aslında müesses nizam olarak okunan bir süreci de gösterir. Ancak müesses nizam dediğimiz durum geçmişte yok muydu? Dünya tarihinde her daim belli bir düzen ve yapının gücü kendini hissettirmiştir.
Şu anda bu durum geçerliliğini korumakta ya da devamı için çaba gösterilmektedir. Büyük güç ya da imparatorlukların savaşçı doğaları, karşılıklı güç çatışmalarında hegemonyanın anlamlandırıldığı ve ele geçirilmek istendiği küresel alanı sürekli olarak buhranlara sürüklemektedir. Nitekim Biden dönemi ile ABD’nin iç politik sorunlarından ziyade dış politikasında çatışmaların arttığı ve savunma bütçelerinin fazlalaştığı bir dönem başlamıştır.
Biden Dönemi Var olan/Artan Çatışma Alanı |
Güney Kore Sıkı Yönetim ilanı |
Suriye’de değişim |
Rusya-Ukrayna Savaşı |
Çin- Tayvan Meselesi |
İran ve İsrail Gerilimleri |
İsrail’in Lübnan Saldırısı |
İsrail’in Gazze Saldırısı |
Afganistan’dan Çekilme |
Kuzey Kore-Rusya Ortaklığı |
Enerji Güvenliği ve Küresel Etkiler |
Afrika ve Sahel de Çatışmalar |
Avrupa ve NATO’nun Yeniden Yapılanması |
Yazar tarafından hazırlanmıştır. |
Küresel güç mücadelesinde hegemonyanın azaldığının hissedilmesi ya da ABD’nin karşısında çok kutuplu söylemlerin yükselmesi, mevcut uluslararası yapının yeniden değişmeye başladığı gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır. Bu açıdan Biden dönemi, bir anlamda Soğuk Savaş yaklaşım ve algılarının öncelendiği; buna karşılık işbirliği ve ortaklıkların uluslararası alanda belli bir merkeze kaydığı bir süreç olmuştur. Batı, kendine yeni “ötekiler” yaratırken, NATO bu “ötekilik” ve güvenlik kaygıları ile genişlemiştir. Finlandiya ve İsveç, bugün NATO’nun en yeni üyeleri olarak üye sayısının 32’ye çıkmasını sağlamıştır. Bu açıdan Biden dönemi küresel karmaşaların ve dondurulmuş sorunların çözüldüğü Bir süreç oldu. Konuya dair kısa bir tablolama yapmak faydalı olacaktır. Özellikle sorunların Avrasya bölgesinde olması ise ayrıca düşünülmesi gereken bir durum. Bunun en temel nedeni jeopolitik gerçeklerin okunması ile anlaşılır. Pek çok hakimiyet ve jeopolitik teori bu coğrafyanın ekseninde şekillenir. En önemli konu da şüphesiz bu bölgenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile açıklanabilir.
Nitekim bugün sistemde yaşanan kırılmalar, var olan uluslararası ilişkilerin esasında ne kadar kırılgan olduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan ABD’nin yeni başkanlık dönemine, tabloda yer aldığı gibi pek çok küresel sorunla girileceği görülmektedir. Her ne kadar ABD’nin 47. Başkanı Donald Trump “24 saatte” Rusya-Ukrayna Savaşını bitireceğini öne sürmüşse de Avrasya için bu zaman uzun bir döngü olarak düşünülmelidir.
Son noktada Trump döneminin uluslararası alanda çatışmaları sona erdirmesi temennisi olsa da müesses nizam bağlamında çatışmaların sona ermesi hangi ülkelerin çıkarına olacak ya da olmayacak, sorgulanmalıdır. Bu bağlamda, ABD açısından başkanların var olan yapıda etkilerinin ne derece güçlü olacağı da aslında sınanacaktır. Çünkü Trump’ın bir önceki başkanlık döneminde Suriye politikası kapsamında açıklamaları ve saha uygulamaları birbirleriyle çelişmiştir. Bu noktada, saha gerçeklerinin farklı olması günün sonunda bize “devletlerin daimî dost ve düşmanlarının değil, çıkarlarının olduğu” gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır.
Merve Suna ÖZEL ÖZCAN, Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir