İstanbul… Tarih boyunca medeniyetlerin buluştuğu, kültürlerin birbirine karıştığı ve her köşesinde farklı bir hikâye barındıran şehir. Bu kadim şehirde, her şey gibi yeme içme alışkanlıkları da zengin bir kültürel mozaiğin parçası olmuştur. İstanbul’un gündelik yaşamında sade ama derin anlamlar barındıran bir ikili vardır ki, bu iki lezzet neredeyse şehrin simgelerinden biri haline gelmiştir: Çay ve simit.
Bir tarafta sıcaklığıyla ruhu ısıtan çay, diğer tarafta çıtır çıtır simit… Bu ikili, İstanbul’un hem tarihsel hem de duygusal belleğinde özel bir yer tutar. Çay ve simit, İstanbul sokaklarından Boğaz’a, semt kahvehanelerinden büyük toplantılara kadar hayatın her alanında karşımıza çıkar. Bu yazıda, çay ve simitin İstanbul kültüründeki tarihsel ve duygusal anlamına bir yolculuk yapacağız.
Tarihsel Kökenler: Sokaklardan Semtlere
Simit: Fırınların Dumanıyla Gelen Gelenek
Simit, Osmanlı’dan günümüze uzanan köklü bir geleneğin parçasıdır. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı mutfağında adı geçen simit, özellikle İstanbul’da fırın kültürünün ayrılmaz bir unsuru olmuştur. Şehirdeki fırınlarda hazırlanan simitler, sabahın erken saatlerinde simitçilerin ellerinde, omuzlarındaki tepsilerde ya da sepetlerinde sokaklara taşınırdı.
İstanbul’un dar sokaklarında yankılanan simitçilerin sesi, şehrin sabahlarını renklendirirdi: “Taze simit! Susamlı simit!” Bu ses, yalnızca bir çağrı değil, aynı zamanda şehrin günlük ritminin bir parçasıydı. Simit, fırınlarla başlayan yolculuğunu saray mutfağından kahvehanelere, oradan da Boğaz kıyısındaki balıkçı sandallarına kadar taşımıştı.
Çay: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ulaşan Sıcaklık
Çayın İstanbul’a gelişi ise daha yenidir. Osmanlı’da 19. yüzyılın sonlarına doğru popülerleşmeye başlayan çay, Cumhuriyet döneminde kahveye alternatif bir içecek olarak hızla yayılmıştır. Özellikle II. Abdülhamid döneminde başlayan çay üretim teşebbüsleri, Cumhuriyet döneminde Rize ve çevresinde başarılı olmuş, çay kısa sürede halkın gözde içeceği haline gelmiştir. İstanbul’un kahvehanelerinde önce sade bir yenilik olarak sunulan çay, zamanla sohbetlerin ve dostlukların vazgeçilmez eşlikçisi olmuştur. Kahvehanelerden semt sokaklarına, evlerden iş yerlerine kadar her yerde çayın o demli kokusu hissedilmeye başlanmıştır.
Duygusal Bir Yolculuk: Çay ve Simit Hayatın İçinde
Sokakların Sadeliği ve Bereketi
İstanbul’da çay ve simit, şehrin sokaklarının sade ama derin anlamlarla dolu bir sembolüdür. Boğaz kıyısında martılar eşliğinde yenilen bir simit, yalnızca bir atıştırmalık değil, aynı zamanda bir manzara ve bir duygudur. Elinde çay bardağıyla sahilde yürüyen bir İstanbullu için çay, hayatın sıcaklığını taşır. Karaköy’den Eminönü’ne uzanan iskelelerde bekleyen vapur yolcularının ellerindeki simitler, sadece bir açlığı doyurmak için değildir; bu, sabahın erken saatlerinde uyanan şehrin ritmine ayak uydurmanın bir parçasıdır. Vapurda yudumlanan çay ise, Boğaz’ın serinliğiyle birleşen bir sıcaklıktır.
Paylaşılan Bir Kültür
Çay ve simit, İstanbul’da paylaşmanın ve sohbetin simgesidir. Esnafın müşterisine ikram ettiği bir bardak çay, bir gönül almanın, bir dostluk kurmanın yoludur. Simit, mahallede bir komşuyla bölüşülen, bir parçası çocuklara verilen bir dostluk halkasıdır. Mahalle kahvehanelerinde bir bardak çay eşliğinde yapılan sohbetler, yıllarca dostlukların ve dertleşmelerin mekânı olmuştur. İstanbul’un kahvehaneleri, yalnızca çay içilen yerler değil, aynı zamanda şehrin kolektif hafızasının bir parçasıdır.
Çay ve Simitin İstanbul’daki Simgesel Anlamı
Çay ve simit, İstanbul’un sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını da yansıtır. Çayın ucuzluğu ve kolay erişilebilirliği, simidin pratikliği, bu ikiliyi şehrin tüm kesimlerinde yaygın hale getirmiştir. Saraylardan sokaklara, zenginlerden fakirlere kadar her kesimden insan, çay ve simitle buluşmuştur. Bu nedenle çay ve simit, İstanbul’un eşitlikçi ruhunun bir yansımasıdır. Çay bardağı, ince belli formuyla estetik bir sembolken; simit, üzerine serpilen susamlarla hem göze hem de damağa hitap eden bir lezzettir. Bu ikili, İstanbul’un hem estetik hem de manevi ruhunu temsil eder.
İstanbul’un Ebedi İkilisi İçin Sonuç
Çay ve simit, İstanbul’un geçmişinden bugününe uzanan bir hikâyenin taşıyıcılarıdır. Her yudum çayda şehrin sokaklarının sıcaklığını, her ısırık simitte İstanbul’un tarihini hissetmek mümkündür. Boğaz kıyısında bir bankta otururken martılarla paylaşılacak bir simit ve elleri ısıtan bir çay bardağı, İstanbul’u İstanbul yapan küçük ama vazgeçilmez detaylardır. Çay ve simit, İstanbul’un sade ama derin ruhunun, geçmişle geleceği birbirine bağlayan sıcak bir hikâyesinin ebedi birer parçasıdır. Bu ikili, sadece bir lezzet değil, aynı zamanda bir şehri anlama ve onunla duygusal bir bağ kurma biçimidir.
İlkokulda simitçi geldiğinde parası olan koşardı. Kimisi de yetmediği için yarım simit alırdı. Beş altı yaşlarımda iken, gurbette çalışan dayım bana bakır kuruşlardan vermişti. Ben de bakkala koşup bir poşet bisküvi almıştım. O kadar çoktu ki. Sayamadığım ve bakkala hepsini verdiğim kuruşlara o kadar bisküvi alabildiğime hala inanamam. Hatta yengemin de gözü kalmıştı da kızmış ve hiç vermemiştim. O da ısrar etmedi. Yokluk böyleydi. Simit ile ilgili hatıramı da müsaadenizle paylaşayım:
İlkokula ilk başladığım günlerdi. Simitçi gelir herkes koşar simit alırdı. Biz para nedir bilmezdik. Ben de koşardım ama simitçi bana vermez “bu kimindi” diyerek diğer çocuklara uzatırdı. Bir gün bütün cesaretimi topladım ve yarım simidi uzatmış “bu kimindi” diye sorunca “benim” diye bağırdım ve buram buram kokusuna dayanamayıp hemen ısırdım. Simitçi eliyle işaret edince anladım para istediğini ve mahcup oldum. O da anladı paramın olmadığını. “Hadi bu da bizden olsun” deyince diğer çocukların bedava simit alışıma kıskançlıkla baktıklarını unutamam.
Hürmetlerimle…