Sekiz milyarı aşkın bir nüfusa sahip dünyada yaklaşık %25’lik bir paya sahip müslüman toplumlarda kadının eğitimi ve çalışması konusu sürekli akademik bir ilgi oluşturmuştur. Günümüzde ve önümüzdeki elli yıl içerisinde en hızlı yaygınlaşma grafiği çizen bu dinin müntesiplerinin, kadının profesyonel çalışma hayatına katılması konusundaki bakış açıları bu nedenle fevkalade önemlidir. Aşağıdaki haritada açık renkten koyu renge doğru giden oranlarda yoğunluğu artan dünyadaki yaklaşık iki milyar Müslümanın yarısını kadınlar oluşturduğu varsayılırsa en az bir milyar müslüman kadın küresel ekonomi için potansiyel büyük bir işgücü olarak düşünülebilir.

İslam, kadınların toplumda aktif roller üstlenmesine engel olmamış tersine, temel metinlerde kadınların çalışmasına, üretken olmalarına ve toplumda yer edinmelerine dair birçok örnek sunmuştur. Ancak belirlediği bazı ahlaki ve etik çerçeveler doğrultusunda kadınların çalışma hayatına katılması teşvik edilmiştir. Kur’an başta olmak üzere temel kaynaklarda kadınların çalışmasını yasaklayan bir ayet bulunmamaktadır. Aksine, kadınların ekonomik özgürlüğü olduğu ve mal varlıkları üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğu belirtilmiştir:
“Erkeklerin kazandıklarından onlara bir pay olduğu gibi, kadınların kazandıklarından da onlara bir pay vardır.” (Nisâ, 4:32)
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere, İslam’da kadınların çalışarak kazanç elde etmeleri mümkündür ve helaldir. Ayrıca, Hz. Peygamber’in eşi Hatice, ticaretle uğraşan ve kendi işini yöneten başarılı bir iş kadını olarak dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber onun ticari zekasını ve çalışkanlığını takdir etmiş, kadınların ekonomik hayatta yer almasını desteklemiştir.
Kadının Çalışmasına Genel Bakış
Kadının ekonomik haklarına açık vurgu yapan Nisa 32, bir kaç açıdan incelenebilir: Öncelikle İslam öncesi Araplarda kadınlar miras, ticaret ve ekonomik bağımsızlık açısından kısıtlamalara maruzdu. Kadının mal varlığı üzerinde tasarruf hakkı yoktu, çoğu zaman mirastan pay alamıyordu. Ekonomik faaliyetleri erkeklerin gözetiminde gerçekleşiyordu. İslam, bu anlayışı değiştirerek kadına bireysel ekonomik haklar tanıdı. Nisâ 32, kadının da kazanç elde edebileceğini ve kazanç üzerinde hakkı olduğunu vurgulamış onları ekonomik bireyler olarak tanımıştır. İkinci olarak, “kadınların da kazandıklarından bir pay vardır” ifadesi, kadınların çalışarak veya farklı yollarla kazanç elde edebileceğini ve bu kazancın kendilerine ait olduğunu gösterir. Bu, kadının ekonomik bağımsızlığını destekleyen önemli bir ilkedir. İslam’ın erken döneminde Hz. Hatice gibi ticaretle uğraşan kadınlar bunun en açık örneklerindendir.
Üçüncüsü, bu ayetle erkek ve kadın arasında adil bir paylaşım düzeni getirilmiş, her bireyin kendi emeğine göre karşılık alacağı vurgulanmıştır. İslam hukukunda kadınların miras ve çalışma hakkına sahip olması, bu ayetin doğrudan etkilerinden biridir. Aynı zamanda, toplum içinde kadının da erkek gibi çalışabileceği ve kazancını güvence altında alabileceği vurgulanmıştır. Son olarak, günümüzde İslam dünyasında bu konuda tartışmalar devam ederken, bu ayet kadınların ekonomik ve sosyal hayatta yer alma hakkını destekleyen bir dayanak olarak değerlendirilebilir. Ayetin “Allah’tan onun lütfunu isteyin” ifadesi, bireylerin cinsiyet farkı gözetmeksizin çaba göstermeleri ve başarıyı Allah’tan dilemeleri gerektiğini öğütler. Bu bağlamda, İslam’ın kadınların eğitim almasını, iş hayatına katılmasını ve ekonomik özgürlüğünü desteklediği sonucuna ulaşılabilir.
İslam Tarihinden Örnekler ve İlkeler
İslam tarihinde kadınlar farklı meslek gruplarında yer almıştır. Örneğin: Şifa bint Abdullah dönemin en önemli kadın hekimlerinden biridir ve Hz. Peygamber tarafından Medine’de sağlık hizmetleri vermesi için görevlendirilmiştir. Kadınlara okuma yazma öğretmiş ve Hz. Ömer döneminde devlet başkanına danışmanlık görevi üstlenmiştir. Esma bint Ebû Bekir ticaret ve tarımsal üretimle uğraşan bir kadındır ve ailesinin geçimine katkıda bulunmuştur. Cesareti ve birey olarak haksızlıklar karşısında dik duruşu ile ön plana çıkmıştır. Ümmü Varaka Hadis ilminde uzmanlaşmış ve eğitim alanında faaliyet göstermişti. Bu örnekler, İslam’ın kadınların çalışmasına olumlu yaklaştığını ve onların yeteneklerini değerlendirmelerini teşvik ettiğini göstermektedir.
İslam, kadınların çalışma hayatına katılımını bazı etik kurallar çerçevesinde düzenlemiştir. Bu prensiplerden ilki, İslam’a uygun, helal ve topluma faydalı mesleklerde çalışmanın teşvik edilmesidir. Kadının çalışmasının, aile hayatını olumsuz etkilememesine dikkat edilmesini önerir. Kadının iş hayatında mahremiyet sınırlarını koruması gerektiğini vurgular ve kadınların istismar edilmediği, adil ve saygın bir iş ortamında bulunmalarını esas alır. Temel öğretisi, kendine, yakın çevresine, topluma ve Tanrı’ya karşı yükümlülüklerinde insan için bireysel sorumluluk bilincini vurgulamak olan bir dinin bu konuda sınırlar çizmesi gayet doğal görünmektedir. Bu bağlamda kadının çalışmasının da büyük kısmı modern toplumun temel ilkeleri ile uyumlu olmak üzere kendine özgü kriterleri bulunmaktadır.
İslam Ülkelerinde Kadınların İşgücüne Katılımı
8 Mart 2025 itibarıyla, İslam dünyasında kadınların iş gücüne katılım oranları ülkeden ülkeye farklılık göstermesine rağmen dramatik biçimde Müslüman ülkelerde kadınların iş gücüne katılım oranları, küresel ortalamanın altında seyretmektedir. Örneğin, Türkiye’de günümüzde nüfusun istihdam oranı %50 civarında olmasına rağmen bu oran kadınlarda %35’lerde, erkeklerde ise %70’lerdedir. Yaklaşık 85 milyon insanın yarısının istihdam kapsamında olduğu düşünülürse 42,5 milyonluk istihdamın sadece %35’ini kadınlar oluşturmaktadır.
İnsanı, farklı cinsiyetler bağlamında bir çok bakımdan eşitleme, aralarında adaleti sağlama bakımından bütünleştirme iddiası taşıyan İslam’ın bu genel ilkesel duruşu, yüzyıllar boyunca benimsenen, kadını evinin sınırları içerisinde kabul eden gelenekçilik ilkesinin neden olduğu durağanlık ile modernleşme karşısında yaşadığı çaresizliğin bir sonucu olarak içe kapanma biçiminde ortaya çıkan savunma biçimi nedeniyle aşınma göstermiştir. Geleneğin dinin yerini almasıyla birlikte ilk dönemde var olan ilkesel duruş zayıflamış ve kadın üretici olmak yerine, pasif biçimde yaşayan hazır bir tüketici biçiminde algılanmıştır. Ataerkilliğin baskınlığı ve baskıcılığı kadın-erkek ilişkilerinde büyük bir erozyon meydana getirmiş ve tek yanlı bakış açısını ortaya çıkarmıştır. Bu meyanda, yemek pişirme hizmeti sunan varlık “kaşık düşmanı” olarak tanımlanmış, fiziksel güç gerektiren bir kaç alan dışında erkeklerden kapasite bakımından asla geride olmayan kadınlar hanelere hapsedilmiştir. Bu ve benzeri faktörler, kadını çalışma yaşamının dışına itmiş ve üretim yeteneklerinin (fiziksel ve mental) zayıflamasına neden olmuştur.
Dünya Kadınlar günü vesilesiyle masaya yatırdığımız bu mevzu ekseninde gün geçtikçe, yüzyıllardır var olan üfunetli bulutlar aralanmakta ve başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasında bilinç düzeyi yükselme trendine girmektedir. Aksi halde yeryüzündeki 1 milyar müslüman kadının iş gücünden, üretim ve gelir getirici faaliyetlerden yoksun kalmasının en büyük zararı yine içinde bulunduğu toplumlar görecektir. Bu bağlamda, toplumu düzenleyen ve ileri taşıyan en önemli mekanizma olan “denge” konusunun tartışıldığı bir tartışmada da belirtildiği gibi, adalet, etkinlik ve kaynak tahsisinin sağlanması kısaca iktisadi dengenin kurulması için kadın ve erkeğin benzer oranda yaşama dahil olmasının zamanı çoktan gelmiştir.