2050’ye Minik Bir Yolculuk

By Mehmet Dikkaya

2050’ye Minik Bir Yolculuk

By: Mehmet Dikkaya

Önce Yaşam

Yıl 2050. İnsanlar artık dört ana gıda grubuna değil, dört ana “fonksiyonel sentez kümesine” göre besleniyor. Bunlar kalori jel, nöron proteini, bağışıklık modülü ve tat simülasyonu olarak belirlenmiş durumda. Gökdelenden bozma bir tarım laboratuvarında üretilen bu gıda grubu konseptinde yer altı tarımı çökmüş, açık arazi diye bir kavram önemini kaybetmiş durumda. Toprak, nostaljik bir şiir nesnesi olacak hafızalarda yer edinmiş durumda sadece.

Üniversitede öğretim üyesi Dr. Narin Kalaba, Ankara BioKent’te görevli bir nörogıda uzmanının tavsiyelerine bağlı olarak her sabah kahvaltıda 3 mg “düşünce jeli”, 2 doz “karma mutajen protein” ve bir doz “yapay nostalji aroması” alıyor. Sonuncu olan artık sadece yaşlılarda görülen bir sendrom olan geçmişi hatırlama arzusu işlevine hizmet ediyor.

2050’de kimse su içmiyor, sadece alıyor. Cilt altı enjeksiyonlarla, ayarlanmış mineral kombinasyonları alıyorlar. Fakat Narin Hoca bir gün, Anadolu’ya kaçak bir yolculuk yapıyor. Sınır dışı edilen topraklara veya terk edilmiş, “vazgeçilmiş” doğaya doğru yasadışı bir yolculuk.

Bir çobanın torunu, onu bir dağ pınarına götürüyor. “Biz içiyoruz hâlâ,” diyor çocuk, “Ama sakın söyleme, su da artık yalan olabilir diye korkuyoruz.” diye ekliyor. Narin Hoca eğiliyor, iki avucunu birleştirip sudan kana kana içiyor. O anda ilk kez, bedenine değil, ruhuna bir şeylerin değdiğini hissediyor. Ve gözyaşlarına hakim olamıyor.

Ya Üniversiteler!

Narin Hoca’nın çalıştığı üniversitede eğitim manzarası nasıl peki? 2050’de kampüsler hâlâ var ama içlerinde öğrenciler mevcut değil. Sadece bakım dronları, hologram projektörleri ve sessizce bakan güvenlik kuleleri göze çarpıyor.

Üniversiteler artık fiziksel mekânlar olmaktan çok veri merkezleri olma işlevi görüyor. Eskiden “kayıt” yaptırılırken şimdi “yüklenme” yapılıyor. Öğrenciler 6 yaşından itibaren Bilişsel Yönlendirme Programı’na giriyor, hangi mesleğe en az direnç gösterecekleri ölçülüyor. Kimse ne olmak istediğini sormuyor onlara artık. Çünkü istek, verimsiz bir duygu olarak geniş kitlelerce kabul ediliyor.

Kırıkkale İktisat 2049 mezunlarından birisi olan Berk, gerçek diplomayla mezun olan son kişi olma ünvanına kavuştu. Sertifikası eline fiziksel olarak verilmedi ama beynine yüklendi. Kod adı: HR-2023-AkılYük01 olarak belirlendi. Artık bu saatten sonra, diploma var mı, yok mu, veya yatay geçiş yasal mı değil mi tartışmaları minvalinde çeyrek asır önce kopartılan saçma fırtınalar esmeyecekti yeryüzünde. Üstelik mezuniyet konuşmasını da bir yapay zekâ yapacaktı:

“Bilgi bireysel değildir. Bilginin sahibi yoktur. Üniversite artık bir ağdır. Bilginin özü, işlem kapasitesidir.”

Eski dönemin de sonlarına rastlamış olan ve içinde kısmen geleneksel tortulan bulunan Berk’in içini bir sessizlik kapladı. Mezun olmuş olmasına rağmen içindeki boşluğa engel olamıyordu. Kırıkkale’de İktisat okudu ama iktisat bölümü, 2047’de işlevsiz kabul edildiğinden beri “tarihsel veri incelemesi” statüsüne alınmıştı. Boşluk algısının arkasında yatan temel neden buydu.

2050’deki Temel Resmî Eğitim Alanları

Yapay Zekâ Etiği ve Denetimi (YZE), Veri İşleme ve Siber Gelişim (VSG), Sistemsel Toplum Yönetimi (STY), Sentetik Tarım ve Biyo-Gıda (STB), Beden Kodlama ve Sağlık Algoritmaları (BKSA) adlarında beş temel eğitim alanı ortaya çıktı.

Ya Hukuk? Önceki dönemlerde anlamsızlığı iyice perçinlenmiş olan bu alan tamamen kodlarla yazılıyordu artık. Çeyrek asır önce adalete hiç bir katkı sunmadığı anlaşılmıştı. Tersine, Baqunin’den beri “iktidarın fahişesi” olmaya özenle devam etmiş ve mazlumlar için bir anlamı kalmamıştı. Sanat ise, hakikat arayışı adı verilen eski moda bir alışkanlığı çağrıştırdığı için tehlikeli görünüyor. Duygu ve düşünce üretimi yalnızca lisanslı yapay zekâ unsurlarına ait olmak üzere tekelleştirildi.

Tarih’e gelince, insanlar neden bu alanlar uğraşsınlar ki? Zaten yazılmış olan bir şeyi tekrar yazmak zaman israfı addediliyordu. Üstelik bu alan, bir gelecek perspektifi tasarlayamayan kifayetsiz muhterislerin elinde oyuncak malzeme olarak bolca kullanıldığı için iyice anlamsızlaşmıştı.

Berk, bu adeta tepetaklak olmuş sisteme rağmen yer altı akademilerinde ders almaya başladı. Adını “Akademiyet” koydu. Yarının akademisi olarak çeyrek yüzyıl önce bir grup düşünce heveslisi insan tarafından tasarlanmıştı. Duvarında sadece şu yazı bulunuyordu: “Sorgulamak, hâlâ bir eylem biçimidir.”

Öğrencilerin Durumu?

Akademiyet akademisinde ders alan öğrencilerin hepsi gerçekti. Fiziksel olarak mevcuttular yani. Kimi mühendis, kimi eski bir sanatçı, kimi sadece “meraklı” statüsünde profesyonel meslek sahibi idiler. Orada Platon’un Devleti’ni, Zuboff’un Gözetim Kapitalizmi’ni, Orwell’i, Bourdieu’yu anlamaya çalışıyorlardı.

Bir gece bu düşünce merkezine baskın yapıldı. Geçen yüzyılda bolca görüldüğü gibi kitaplar sakıncalı bulunarak yakılmadı. Çünkü, bir zamanlar Atilla İlhan adında kayıtlarda geçen bir şairin şiirindeki metafora benzer şekilde “zaten yoktular”. Buna rağmen, içeriklerin hepsi sistemden “temizlendi.” Eski dönemde “delil karartma” veya “kumpas kurma” şeklinde bolca rastlanan yaygın bir ahlaksızlık zincirinin yeni halkası o dönemde sistemden temizlenme olarak adlandırılmıştı. Berk’e yalnızca bir uyarı verildi ve şu cümle dikte edildi:

  • Bilgiye izinsiz ulaşmak, bilişsel terörizmdir.”

Terörizme yeni bir tanım gelmişti bu şekilde. Çeyrek asır önce “illiyet”, olmazsa “kılliyet”, o da olmazsa “zilliyet” şeklinde işkembe-i kübradan gerekçelerle terörize edilen milyonlarca insana giydirilmeye çalışılan deli gömleklerinin yerini şimdi sanal gömlekler almıştı zira.

Lisansüstü Eğitim

2050’de lisans üstü eğitim “derin profil entegrasyonu” yoluyla yapılıyordu. Bir konuda uzmanlaşmak değil, sistemin sizi en verimli biçimde nasıl kullanacağını optimize etmek amaç olarak belirlenmişti. İktisat mezunu Berk’in yeğeni Yağmur, yeni dönemin öğrencilerinden biriydi. Bir gün dayısıyla aralarında şöyle bir diyalog geçti:

  • “Dayı, senin zamanında sınavlar nasıl yapılırdı?”
  • “Soru sorarlardı, biz de cevaplardık.”
  • “Şimdi sistem soruyu bile sormadan cevabı tahmin ediyor.”

Ardından şunu ekledi Yağmur:

  • “Galiba artık bilgi değil, öngörü kazanıyor.”

Son Ders

Berk’in eline yıllar sonra bir not defteri geçti. Eskimiş yapraklara sahip, mürekkep kokan, sararmış bir defterdi bu. İçinde yalnızca bir cümle yazılıydı. Bu cümle, çeyrek yüzyıl önce terk edilmiş bazı ideallerin, ahlak kalıplarının ve alışkanlıkların bir çoğunu içeriyordu:

  • “Üniversite; birlikte düşünme cesaretidir.”

Ve Berk o gün, bir çölün ortasında bile olsa, küçük bir sınıf açmaya karar verdi. Belki sadece üç kişi gelirdi. Belki de bir kişi. Ama bir kişi bile yeterdi hakikat arayışının cesaretle yeniden buluşturulabilmesi için.

Yorum yapın